(meyhane dağıldı üstümüze artık bir düş’e yol alma vaktidir
mevsim camlara çarpan serçelerin intihar yarası ve görkemli yüreğidir…)
sakıncalıya çıkmıştı eşkalimiz
mintanımızdan sökülürdü yağmur
bir çatı katı arası yulaf bir de körpe şarabımız
göğsümüzde esrik ihtilal karası yaralarımız
ve hüznümüzü kerpiçlerden saklasak da
hep yüzümüze dökülürdü o malum ayna kırıklarımız…
tepelerden süzülen bir şahindi
aşk / istersen bulut de…
ceplerimizdeki şiirler bir b
aşka isim
yaz akşamlarında adımlarından geçerdik senin
sen bilme diye yürünürdü o yıllar
ormanlar tutanaksız mezarlar solurdu
bunu anlatırdı payımıza düşen şarkılar…
kendimize kaçtığımız öyküler firari hayallerdi
salınarak gelirdi gülüşündeki beyaz geceler
zeytin dalları arasından ay sazımıza çarparken
nasıl da öpülürdü o ağzındaki inci türküler
ışıyan gözlerinde bin pare barut kokusu
ve şafakla bir olup saka sesleriyle düşenler…
sisler arasında ağıt yakmak kimlerin harcı
masalarda çizilmiş haritalarda yalan atlasımız
sahi / hangi yıldız serüvenlere rehberdi
derken biliciler sustu ve orta yerde kaldı o hicran yazgımız
meğer ömür / tutulan sözler kadar yaşarmış
ki / biz ki / her yemin soframızda toz toprak dağılmışız…
kendi kavmimizde göç’e düşmüştü bir kez adımız
sen ki tahta tokası / hırkası hırsız gölge ayazı
üşürdü parmakların tenha parklarda
ve boynuna sümbül sabahlar dolanırdı
ağzının kenarında uçurum / yuvarlanmıştım
işte o günden beri çalar / benim vuslatlarla dansım...
(ömürler savruldu döşümüze nihavent bir ses’e sus olup gidelim
sen anlat batık
aşkların limanını kıyı diye denize vuran be hey şairim…)
Mert Metin