"İkisi de sürükleyip götürüyor ne varsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum "
Kalbime giydirilen o beladan bu yana
Aynaların çehreme canı sıkılır
Hayat benzimden saptı
Ben hayatsızlığa saptım Mülaim
İçimde açılan derin boşluğa doğru…
O kötürüm boşluğa
Yürü ve in – in ve tekrar yürü
Ta ki dibini boylayana dek kendinin
Tek yoldaşın bu yolda sensin
Tek sırdaşın yine sen
Dilinde hazin şarkılar olur
Ve
Gece burcundan mum kokulu şiirler
Mırıldayıp yürürsün
Yanında bir sen olursun
Bir yalnızlığın birde sesin
Bu nasıl bir yoldur böyle dersin
Sisli
Kaygan
Karanlık
Hep içe doğru bir yol
Kendi içine doğru
Seni çepeçevre kuşatan boşluğa doğru
Bana "
aşk böyledir” demediler Mülaim
Bilseydim
Göz alıcı gözlerin şerrinden kat kat
Ülfet geçirmez kalın zırhlar giyerdim
Çelikten zindana kapatırdım gövdemi
Veyahut ateş yakardım
Nemrut’un ateşini yutacak kadar büyük bir ateş!
Ve içine atardım irili ufaklı duygularımı
Ki
aşk tesir etmesin diye kalbime Mülaim
Üstüme örtülen o incecik
aşktan sonra
- o ilk rüzgârla yırtılan-
İsyana bırakılan bir mektubum ben
İçini hiç kimsenin açıp okuyamadığı…
Ne zaman şu azgın nehre baksam
Karşıda bıraktıklarıma ağlıyorum
Bu
aşk ziyan ettiklerimin
kaçta kaçını karşılar bilmiyorum Mülaim
Kimsesiz gecekondularla aynıyım şimdi
İçimin tüm odaları bensiz / ben penceresizim...
Not: tırnak içine alınan kısım Abdulkadir budak'a aittir...