tövbelere durup durup
yeniden döndüğünün
geceye son batmışlığıyla sürünüyorken
derinden çınlayan bir ağıttı artık içindeki
kulaklarda duyulmayan
eprimiş sevdadan karanlığa sığındırırken kalanını
döküldü ahüzarı, düştü ayaklarına ruhu
görmedi tuzağına düştüğünün gözleri
gidiyordu, nereye gittiğini bilmeden
yollar uzuyordu alabildiğine önünde
yırtılmayan suda ilerleyemeyen gemi
uzak bir şehrin ışıklarındaydı
rüzgâr hüzzam savururken ayaklarını
göğün ışıkları da sönüyordu
ıslak bakışlarındaydı günün ölü ağzı
abı-hayat sütü kokmuyordu
hangi yol yeşil yapraklara açar şimdi gözünü
zamanın kilidi nasıl çözülürdü
salkım saçak perişanlığı devâ bulur muydu
hangi
aşkın kanatlarınla uçabilirdi artık
çıkamadı bunca sorunun içinden
döndükçe dolaştı başı karışıklığa
aslını çıkardı üzerinden
çekip kendi elleriyle kökünü
beyazlarla kuşatıp kendini
sığ bir saksıya gömdü
bir şarkı var şimdi durmadan söylediği
"Su olsam, ateş olsam Göklerdeki güneş olsam Konuşmasam taş olsam Yine de oynar mısın benimle"
Hâdiye Kaptan