Damlanın yolculuğu toprağı aşarak tende huzura erer
Yaprak güneşte kavrularak bir gün er geç özüne döner
Sevda yağmalanmış bir ağrıdır, rüzgârında hüznü besler
Aşk kanamalı bir şiir bedende, kurgusuz filmlere benzer
Güneşin ılık kollarına üşüşürken insanlar,
sen perdeleri kapalı bir evde
yaman dirilişlerin ıslak tenine sokulurdun.
Sesimin uzantılarına boş verip yaşanası sarılışlarla
gün sürerdin doyumsuz bir dudağa.
Aynı günün rüzgârı vururdu benim de göğsüme,
üşürdüm ve bir düşünüşün vedalı sözlerini
kendimle bölüşürdüm.
Doğrulurdun sözlerim sana ulaşınca,
gözlerin
aşka tutulurdu yeniden,
aniden güneş batar,
üşümüş gönlünü o dağınık yatağa düşürürdün.
Deniz ellerini uzatırdı,
seni düşündüğüm ve uzakları düşlediğim anlarda.
Ötelerde, lodosun karayele dönüştüğü gecelerde
bağrıma sokulurdu ıslak gemiler
ve unutulurdu yorgun bedenlerde dünden kalmış izler.
Bir melodiye uzanırdı sonra ellerin,
yüreğin derinlerine dalmak istediğim sığınak olurdu,
yetişemezdin günaydınlarıma,
şarkımız içimizdeki kahırları solurdu.
Gül döşerdin kurumuş vazolara,
toprağını arayan sözlerim
içime dalgın bir gün olup otururdu.
Yoksul düşünüşlerin kriz sarmalında
dudaktaki dişin izi kalırdı öfkenin ve çaresizliğin hıncıyla.
Boşa sardığımız sevgi yumaklarının damarına
kadın elleri dokunurdu sevdanın,
karmaşık düşlerin dalgalarının durulmasını
beklerken adam.
Yollara vururdu kendini,
sonuçsuz bir çabanın acıtan yaralarını
sürekli kanatırken zaman,
yalvarılar dökülürdü
aşkın o an dudaklarından
ve peş peşe yazılan kırılmışlıkların sahnesi olurdu
o yoklukla geçen an.
Kokusunu eskitmeye doyamadığımız öpüşlerin
nemli dudağını özledikçe,
yangın harlanırdı göğsümüzde.
Bir sevginin bekleyiş çağrıları
artınca yürek kafesimizde, öz titrer,
sözün kilitleri atılırdı yaşam denizlerine.
Sancının kıymığı acıtır bilesin ki yar,
sevda gemilerinin halatlarını çözdüm,
seferim var,
aşkla kavrulan dudaklarına.
Sal gönlünün asi sularını gecelerime,
sürükleneyim istersen sevginin yüzyıl ötelerine
sonsuza kadar.
Yastığında unuttuğun saçının bir telini
bırak rüzgâra gülüm,
aşıp kilometreleri bana getirsin diye ben çok diledim.
Yankısız yolculukların harman vakitleri döndükçe,
sabırlı bekleyişlerin saçaklarını
mevsim buza dönüştürse de,
sensizliğin miadı göğsümü delse de,
ben sevdanın baharlarına seninle yürümekteyim.
Avuçlarımdaki
aşk sabrıyla,
dudağımdaki duayla ve ruhumdaki şarkılarla seni,
yalnız seni düşünerek günleri birbirine eklemekteyim.
Bırak düşsün takvimlerden yapraklar.
Sona ermeden içimdeki baharlar
sen ruhumun dalgalarıyla
her zemheride geleceksin rüyalarıma.
Bir mutluluk ayeti düşecek göklerden
her sabah ve ben senin sularında yıkanarak,
senin yüreğinin damarlarından geçerek
senin için sen olacağım.
Dilsiz bir geceye açılan kapılardan
hislerini alınca içeri,
sökülür yüreğimin ardından bakan ciğeri.
Bir kapı, bir adam ve bir yürek vardır şimdi hayatında,
bulutların ardına saklanan ay duyar mı
sensizliğe ettiğim
isyanları ve hisseder mi bedenin
bu gece dinginliğe ısıttığın arzuları.
Burada gün batmadı henüz,
gece dileklerinle iz bıraktın bilmeden,
yaşamana kim engel olacak bakalım
en delirmiş tutkularını.
Rüzgârın ilmeğine takılınca yüreğimiz,
dudaklarımızdan dökülür en içli sözcüklerimiz.
Süzülüşlerle hayata bağlandığımız,
sökülüşlerle bin bir yerinden sevdaya eklendiğimiz
ve çok uzaklara kilitlendiğimiz düşünüşlerin
yangın mevsimlerinde
yenilenmiş
aşkların güncelerine akar
yaşam kanımız,
göçebe mutluluklarla,
göğsümüzdeki yanmış notlarla
yüzümüzü hayatın yaşlarıyla yıkarız.
Selahattin Yetgin