/geceyi sırtlayanların
ağır olur gündüzleri../
varlığımın duvarında açılan
kurşunun kara deliği gitgide büyüyordu
her an kuşkuyla beklediğim
sağlam basmayan bakışlarımızın
hangisi kırılacaktı önce!
acı dünyamın içinde
bilinmeyen bir geleceğin aleviyle
zihin yolculuğuna çıkamaz
dışıma taşamadan
zaman merdivenlerini tırmanıp
korkuyla körleşmiş ruhuma inen sesle
binlerce zerreye bölünürdüm
gizli bir dünyayı keşfetmek
mümkünsüzdür hissizleşen sevgide
ve ben umutsuzca bir cüceye dönerdim içimde
öfkemin t
aşkınlığından
anlamsız bir yankı dökülürken
bir meczup gibi
ne istediğini bilmeden
yırtarak perdeli sessizliğini
uyuyan anıları canlandırıp
bakışının görüntüsünü giyinir
aşkını kanat çırptırırdım gözlerimde
derelerimdeki cılız sular kayarak
nehirlerine dolardı
zaman ıslak bir elbiseydi
bacaklarıma yapışan
gecenin karanlığı kalındı...
arkada zaferin tozunu bırakan sen
görmedin bunu
kızgın gözyaşlarımın tuzuyla tutuşmuş
acı dilim, hiç tatlanamadı
bilir misin?
babaları ölünce büyüyemeyen
küçük kadınların
yaban gölgelerle konuşur hep gözleri
ölülerin bir adresi olduğunu inkârda
tek bir kuşun
ayak izini ararlar, daldaki her yaprakta
bundandır belki taşınamazlar
yaslandıkları omuzda/n çabuk düşer başları
derinlere dalar ışık
aşk ölür her seferinde...
Hâdiye Kaptan