Her acının bir ağıtı vardır...
Yürek, yandığının üstüne titrer
Ve... Her vurgun bir
aşk tüketir
Bakışları dipsiz
Bahar kanatlı gönülle yola çıktım
Açtım...
Susamıştım gül kokusu taşıyan onurlu yüze
Yönünü göçmen kuşlara dönen iç çekmelerim
Zamana düşen serkeş hüzünlerin
İhtilal çığlıklarıydı
Seni seviyorumlar
Örtündüğüm duyguların
En masum hareketiydi
Rüzgâr sesleri
Şarkıları çağıran
İştahlı dudaklardan
Daha baskındı... Uçuyordum...
Acemi anlarıma,
Utangaç yağmurlar yağıyordu
Yürek tükenmemek çabasıyla
Sevgilinin müebbedine hükümlüydü
Hayat daha bir güzeldi
Tutunduğum
Umuttu kanıma işleyen
Sevda kıvılcımlı
Efsunlu ateşler
Sılama gam bırakmadan
Ceylan dönmeliydi yüzüme
Hilesiz, yalansız
Gece gözlerini
Aşkın hizmetine sunmalıydı
Nihayeti,
Sıratın ucundaki kalp sancısıydı
Dokunmalıydı tenime
Sarmalıydı
Hükmetmeliydi
Aklımdaki nefese
Belerken saçlarımı
Beslerken dudaklarımı
Sürgün vermeliydik
Gün doğumlarının eteğine
Mucize değildi...
Asaletin sadakatinde
Fırtınanın önünde ki
Vuslata soyunmak
Ay şavkında meşk sunmak
Mucize değildi...
Senemlere, Zührelere
Meydan okumak
Kıtlıktan kısır geceleri uyutup
Filiz atmak...
Sevenin, kaçana kıyası neydi...
Bilmedi... Bilemedi...
İhtiraslarına köle olduğum
Nazenin bir günah oldu
Kadim düşlerimi
Yetim sevdada yok ettim
Utandım dilenemedim
Aşk, bir tutkuydu yaşayamadığım
Ölüm çare değildi.
Gün ortasında güneşsiz
Recme bir kala öldüm
Bakma geldiğim yöne
Her ölü arkasında tabut bırakmıyor
Yıldızlar düştü
Gözlerim şaştı
Maddeler yabancılaştı
Üşümeleri arttı uğraşımın
Istırap sadece dilimde değil
İçimde... Kalbimde
Cehenneme rahmetler okutuyor
Yüreğim avuçlarımda
Yiğitçe verdiğim sözle geldim karşına
Dumansız, suskun yaşadığım yetti
Uyumak istiyorum
Küllerimi savurma
Akşamdan sonra toprak almaz koynuna...