"Seni yazıyorum mühürlü toprakların bağrında"
Avazım çıktığı kadar yazdım seni.
Dudağımda kalan son türküyü, yokluğuna yorup.
Düştüm günahkar şiirlerin baş ucuna.
Döndüğü kadar kalemim.
Seni yazıyorum sevgilim.
Şimdi kapat gözlerini.
Rüzgar diz çöktürsün saçlarına.
Ve ben aç diyene kadar açma gözlerini.
Ben dönmeden ölme sakın.
İçimde öyle temiz sevdim ki seni.
Susturdum dilimi,
Ve öylece bekledim bir kere görürsün diye beni.
Siluetini giyindi yalnızlığımın.
Kalabalıklar içinde tanıdık bir sesti aradığım.
Kulaklarımı parçalayan bir uğultu var, susturamadığım.
Aşk tokluğuna, sevda yokluğuna sevmiştim ben seni.
Fazlasında gözüm yoktu, bir kere sevseydin beni.
Senden kalma sol yanımdaki morluklar,
Anca ölüm paklar içimdeki sesini,
Ne olur söyle, dayanamıyorum.
Artık sussunlar.
"Ve Ölüm"
Adını binlerce kez ezber ettim dudaklarıma.
Şiirler karaladım filizlenmeyen sevdamıza.
Oysa, yokluğunda bu kadar seni seven adam!
El pençe durur muydu hasretin kara topraklarında?
Soğuk toprakları öper miydi?
Hadi söyle onlara gitsinler!
Durup durup ağlamasınlar başımda.
Toprağın beyaz kalan sayfalarına seni yazıyorum.
Ve hayalin anıt gibi duruyor karşımda.
Yoksa bu sen misin?
Dur gitme, beni de götür!
Hem burası çok karanlık.
Kan çekiliyor vicudumdan hissediyorum.
Of bu uğultular!
Susun gidin be!
Bundan önce bir kez daha ölmüştüm ben,
İki dudağının arasında can çekişirken.
Neden ağlamadınız? Neden?
Ne fark eder ki şimdi ölümüm?
Kıblem sana dönükken, iki dudağının arasına gömdün beni.
Yüreği anca bir kaç şiir eden bir adamı.
Gömsünler bir ikindi vakti...
Aşk tokluğuna, sevda yokluğuna sevmiştim ben seni.