Yağmuru taşıyan rüzgar hergün bana sensizliği de öğretiyor
vurunca kayalara ayrılıklar ve üşüyünce ellerim
sesini giyindiğim sokak çocuklarının ıslığına kar düşüyor
kaldırımlarda yığınla beyaz saçlar..
aşk yaşlanır mı sevdiğim
ne acımasız gökyüzü
ve hızlı bir tren gibi iklimleri taşıyan vagonlar
Yar
ardına kadar açılınca odamın balkon kapısı
yalnızlığımla yer değiştirir suretin
bilmem ki
dışarda mevsim ne
ilkbahar belki
belki sonbahar
tuhaf bir ürperti yürür sessizce
parkede ıslak ayak izlerin
ne geldiğin bellidir
ne gittiğin
komidinin üzerinde unutulmuş bir avuç
fesleğen kokusu
Bu aralar çok uyuyorum
Belki aynı rüyadan yolumuz geçer
ve sonra uyanirim gözlerinde
bir mucizeye tanık olur yeni doğan güneş
Oysa
yastığımda eskittiğim ayrılık şiirleri
ve bir hayatın mahpushane duvarlarina attigim hasret cizikleri
"Hangi ayrılık" dedi Hayaloğlu, usta
vardı bir bildiği
Ben gözlerimin esaretini gönüllü vermişsem zindanına
korkma ardarda çak kibritleri
en kabadayısından yanarım çıra gibi
bir de öpücük kondurursun ağzımın kenarına
dudaklarıma siner kabir sessizliği
varsın azabım olsun sevdam
gidersek bir gün kendimiz dahi bilmeden
beni ölüm kapısının ardında bekle
korkma
hangi ayrılık kutsayabilir ki
ölümsüzlüğü...