AŞKA ADANMIŞ SÖZLER
1
Aşk adına verilmiş sözler gibiydik seninle
Gemileri birlikte yakmış, dağlara birlikte çıkmıştık
Ve bir anlam bulmuştuk suların çiçeklere söylediğinde.
Çünkü sevdamız, kavgadan bir motifti sol göğsümüzde.
Bir bıçak yarasıydı Gediz, suyunun bir yarısı kızıldı
Senin ve benim olan bir şey vardı akışında
Dağlardan kaçıp gelen bir dağlı çocuk vardı
Ve bir Masal Kız vardı, aktıkça o delice seyrimesinde.
2
Bir ülkeyi sever gibi sevmiştik birbirimizi
Sorgularda kalır gibi bir başımıza gecelerce...
Derin ve anlamlıydık tıpkı susmalar gibi
Tıpkı çekip gitmeler, nedensiz terk etmeler gibi
Dipsiz uçurumlar büyütüyorduk içimizde
Derinliği bilinmeyen denizler büyütüyorduk...
Dağların yüreğini dinliyorduk günde beş vakit
Ve tanımlar arıyorduk sevdamıza kitapların önsözünde.
Aslolan kendi uçurumunu aşabilmekti oysa
Geçebilmekti korkusuzca içindeki denizden
Biz bunu o yaşlarda bilemesek de...
3
Biz bunu o yaşlarda bilemesek de,
Acı, tanımıydı kolları kırılan sevdamızın,
Kaderiydi ağlamak, kahırlı türküler eşliğinde...
Hani Sarı Çiçeğim derdim ya sana bazen,
Adın yüreğimi yaktığı içindi bu
Adın dilimi dağladığı içindi
Karanfil ve portakal kokuyordun çünkü sen
Ve düşlerim geziniyordu limon bahçelerinde.
4
Yürümek hiç bu kadar güzel olmamıştı bizim için.
Gece hiç bu kadar sevda kokmamıştı ikimize.
Dünyanın, yavaş yavaş uyandığı bir yerde
Ayrılığın gözleri mahmurdu henüz
Ve yaşamın gözleri alabildiğine firuze...
Seninse iki yeşil zeytin duruyordu göz bebeklerinde;
İki
aşk çocuğu, insanı durduk yere günahlara çağıran.
Uzanıp elini tutmak geliyordu içimden
Şeytan, bin bir defa çeliyordu aklımı
Ve sen, sanki okur gibi içimden geçenleri
Hafif yana kırıyordun tebessümle başını.
Tutup ardına atıyordun yavaşça aramızdan
Sırtının oluğuna salıyordun o kıpkızıl ejderhanı.
5
Yaralı bir kuş kadar titrekti sesin o an
Kalbin durdu duracaktı bunu ben de biliyordum.
Bir yudum su gibi söylüyordun adımı
Yanıyordu seslerinin seslerime değdiği yerler.
Geceyi ağartan cümleler kuruyordun sonra
Toprağı susturan ve sadece bizim olan cümleler...
Sorular soruyordun, her birisi zehir zemberek
Kuşkular kemiriyordu yüreğinin kapılarını...
"Ne olursun ümit verme bana."diyordun
"B
aşka bir sevdiğin varsa eğer
Söylenmemiş kabul et sana anlattıklarımı."
6
Ne diyebilirdim ki sana canımın içi.
Nasıl yapabilirdim" Kız" denince üşüyen
Buza kesen bir yüreğin pastoral tarifini.
O güne kadar bilseydim ki
Bütün kızlar, sevdikçe ve sevildikçe güzeldir.
Onlar, kırmızı bir elma gibi soyulur bazen
Ve olgun bir çilek gibi ağzında yavaş yavaş emilir...
Bilseydim ki onları sevmek,
Dünyanın en güzel ibadetidir:
Söylenecek bir cevabım olurdu mutlaka sana.
Derdim ki "Evet Sarı Çiçeğim,
Benim de çok turnalar indi içimin sularına
Çok ceylanlar gezindi yüreğimin yaylasında.
Ama bilemedim canımın içi
Bilemedim kızların nasıl da mutlu olduğunu
Sol memelerinin üstünde
Bir erkek resmiyle uyurken...
Nasıl içlerinin damla damla eridiğini her gece
Sevdiğine sarılırken ve hararetle öpüşürken...
7
"Kan tutması "diyorlar eskiler buna.
Her ne kadar uzaklara kaçsan da
Bir an geliyor ki insan
Başlıyor bir yerinden yüreğini kazmaya.
Çünkü orda duruyor
aşk adına bir zamanın ölüsü,
Günlerin bir hükmü olmuyor çünkü
Sözlerin bir hükmü olmuyor.
Miladi bir saptama oluyor takvimlerde sadece
Miladi bir saptama oluyor,
Yirmi üç mayıs bin dokuz yüz yetmiş beş
Sonraki zamanlarda yaşadıklarımız olmasa...
8
"Yaşadıklarımız"diyorum da Şeri
Sanki bir iç savaş çıkıyor beynimde geceleri
Dilim dilim diliniyor bir yerleri içimin.
Daha karların erime zamanıydı dağlarda çünki
Ve yenice başlıyordu yaylalara Yörük göçleri.
Seni her zaman gülüşünle benzettiğim o nehir
Akıyordu yine öyle, o her günkü aktığı gibi.
Bağlar çiçeğe duruyordu ovada yavaş yavaş
Polen kokuları geliyordu asmaların arasından
Oysa sen çoktan bir salkım üzüm gibi sararmıştın
Ermiş ve kabarmıştın o sıcacık gülüşünle ilkyazdan.
9
Saat üç otuzu vurdu derken,
Ne ayrılık için çok geçti zaman,
Ne de kavuşmak için çok erken.
Dizlerim titriyordu kapında seni beklerken
Ve seninle omuz omuza o gecede yürürken
Adını söylüyordum, özlediğim bir türkü gibi içimden
Billur bir avize gibi itinayla taşıyordum seni.
Kimseler dokunsun istemiyordum sana
Kimseler konuşmasın bir tek cümlecik bile olsa
Senin dudaklarınla...
10
Saat dört otuzu vurduğunda,
Zaman gecenin onu bile değildi henüz Nikaragua'da
Ve Sandinistler yüzlerce ölü birden veriyordu dağlarda.
Bense Batı Anadolu'da, küçücük bir istasyonda
Seni alıp bir yerlere gidiyordum ilk defa
Eşim gibi, sevgilim gibi, her şeyim gibi bir şeydin
Sen bana bakıyordun yağmurlu bir hava gibi
Ellerini bağlamıştın göğüslerinin altında.
11
Saat dört otuzdu ve bu saatlarda
Aydınlar kurşuna diziliyordu birer birer Kamboçya'da
Ve derken, bir tren geliyordu çığlık çığlığa doğudan
Bir tren kalkıyordu dünyaya doğru içimizden.
Ve her kampana sesinde
Biz, bir kez daha doğuluyorduk kendi bedenimizden.
Yürüyorduk birer ömür gibi uzayan adımlarımızla
Açıyor ve kapıyorduk düşlerimizin kapılarını bir bir
Ve oda oda geziniyorduk o kipkirli vagonlarda.
12
En sonunda durduk, bir yüreğin durması gibi durduk.
Bir fırtınanın öncesi gibi,
Bir denizin kabarması gibi suskunduk.
Mutluyduk ama mutluluktan korkuyorduk.
Sanki SS'ler bekliyordu kapımızın önünde
Ve biz, doğudan gelen bir tren katarıydık Berlin'de
Ağzına kadar tepeleme Yahudi doluyduk.
Sen dışarı bakıyordun iki de bir iç çekerek
Ben sana bakıyordum öylesine çaresiz...
Ve bir daha belki de hiç bitmeyecek çilemiz
Yakıp kavuruyordu dokunduğu her şeyi
Susuz bir yazmış gibi kuruyordu dudaklarımız.
13
Bizimkisi böylesine bir sevmekti işte Şeri
Böylesine bir yolculuk, İnsanın yüreğiyle
Sevdiği arasında kurmaya çalıştığı köprüde.
İnsanın, taşlar sektirdiği içindeki denizde
Ve dağlarına çekilip senelerdir beklediği...
Tren, çığlıklar atıyordu oysa gecede
Akıyordu her şey, biz akıyorduk sessizce.
Ve sen, İpek bir şal gibi ipince
Dokunsam tutuşacaktın parmaklarımdan.
Dokunsam dünya ışıyacaktı her şeye inat,
Sen benim olacaktın belki de ilk defa
Tutuşup yanacaktım dudağının kıvrımından...
14
Dışarıda yeni bir gün başlıyordu bizim için, biliyordum
Biliyordum, Şili'de Allende'yi idam eden o korkak
İntihar ediyordu bu sabah yaptığından utanarak.
Bir bahar başlıyordu gözlerinin yeşilinden
Ve uyanıyordu ötelerde göz alabildiğine toprak...
Ama tren ilerliyordu çığlıklar kopararak
Tren ilerliyordu oynak bir kadın gibi
Çelik raylar üstünde sağa ve sola yalpalayarak...
15
Eminim, bunu ilk defa yaşıyorduk ikimiz de.
Her ıslık sesinde kama gibi bir sızı
Batıyor ve öylece kalıyordu sol göğsümüzde.
Sen, yüreğini basıyordun kanayan yerlerime
Ben, oksijen döküyordum ellerine telaş telaş.
Ve biz, gülebiliyorduk yine de
Gülebiliyorduk bütün çaresizliğimizle,
Bu sevdanın burukluğu içinde.
Dişlerinin beyazlığı dökülüyordu üstüme.
16
Bir güvercin sürüsü gibi dağılmıştık şehre o gün.
Sen ve ben Şeri, yan yanaydık o şehirde.
Yan yana yürüyorduk, ellerimiz birbirine hiç değmese de.
Sevdiğimiz şarkılar geçiyordu aklımızdan bir bir
Ve söylenecek sözler birikmişti dilimizin ucunda.
Onca kalabalık içinde,
Yağmur yüklü bir bulut kadar sıkıntılıydık
Akmak ve boşalmak istiyorduk
Yağmak ve boşalmak birbirimizin yüreğine...
17
Yağmak ve boşalmak istiyorduk Şeri...
İçimizdeki toprağın beklediği yağmur bizdik,
Bizdik arkasından gıptayla bakılan o iki çocuk.
Yürüyorduk, başlarımız birer soru işareti gibi eğik.
"Niobe ana!" diyordun sen, "Ey taş kesilen güzellik!
Bak biz geldik! Kutsuyoruz sevdiğine sadakatini!"
Ve en az onun kadar sevebilmek istiyordun beni.
Yanaklarını okşuyordun, çile gibi damlayan sularını
Başını yaslıyordun sağ döşünün altına
Gözyaşlarına sürüyordun o küçücük parmaklarını.
Ve Yedi Kız, yedi kez doğrulup sandukasından
Yedi kez öpüyordu bizi alnımızın tam ortasından
Öpüyor ve koruyordu, tanrıların gazabından...
18
Neyi hatırlasam infilak ediyor beynimde şimdi
Neye dokunsam yanıyor parmak uçlarım bir bir.
Nedir bin dokuz yüz yetmiş beş diyorum?
Mayısın yirmi üçü ve o Pazar günü nedir?
Sıradan bir tarihtir her kes için belki de
Bütün diğer günler gibi yenilir, içilir ve sevişilir.
Ama daha on beşinde, dağlı bir çocuk için
İlk defa yenilmektir zalimin alnacında
Hayatının sınavını, yitirmek ve çekilmektir.
Çünkü yetmemiştir, seninle o şehre bir su gibi akmak
Koklamak nefesini, bir buğu gibi gözlerine bakmak;
Zulme karşı sevdasını, savunmaya yetmemiştir...
19
Hatırlıyor musun Şeri?
Daha türbeden çıkar çıkmaz alıp başımızı gitmiştik
Kaç mahalle gezmiştik seninle o gün,
Kaç sokaktan geçmiştik.
Ama hala söyleyememiştik o sihirli cümleyi
"Ben seni seviyorum."diyememiştik.
En sonunda sen söylemiştin bana
Yüzünü eline alıp, biraz da utana sıkıla.
"Ben seni seviyorum!"demiştin.
Ve ben çok iyi biliyordum ki o anda
Sırtımdaki o yoksulluk olmasa
Bir göz odam olsa seninle paylaşacak
Bir dilim ekmeğim olsa, bir baş acı soğanım
Ve sana "hadi" diyecek birazcık cesaretim olsa
Kalkıp da dünyanın öteki ucuna benimle gelecektin.
20
Düşünüyorum da şimdi gülüm,
Neden sana yazdığım her şiirim ağıt olur?
Ve neden çakallar ulur sevdamızın subaşlarında?
Aşk, acı bir su gibi birikir içimizde neden?
Ve neden ayrılık türküleri hala,
Bir akrep kuyruğu kadar ağuludur?
Artık daha iyi anlıyorum
O şehirde ve o sokakta
Ve sadece bizim olan o bir günlük mutlulukta
Koca birer ömür yaşadık biz
Ateş bastı içimizi bazen hatırladıkça!
Manisa garında, sen ellerime dokundukça
O çınar ağacı öylesine durdukça
Ve rüzgâr uludukça yapraklarında
Gördüm gözlerinde İbrahim'in atıldığı ateşi
İçimde çıkarılmış yangınlar buldum.
Bir öpüş mesafesi yakındım sana oysa
Gözlerimi açsam kirpiğim kirpiğine değecekti.
Dokunsam taşacaktı göğsündeki o hırçın deniz.
Ama dokunamadım gülüm, sana dokunamadım.
21
Sana dokunamadım canımın içi
Kutsal bir emanet gibi asılıydın boynumda çünki.
Açtık ve kapadık ayrılığın kapılarını seninle bir bir...
Öylesine gezdirip durduk vagonlarda kendimizi.
Oysa akşam sessizce dönüyordu işte
Hiç bitmeyecek sandığımız gün bitiyordu bir şekilde.
Gün bitiyordu, dünyanın bütün köylerinde ve kentlerinde
Tıpkı bir önceki gün gibi
Sıradan bir gün oluyordu insanlığın tarihinde.
Bir kuş yuvasına dönüyordu sessizce
Bir çiçek derilmeyi bekliyordu tepelerde.
Kadınlar kocasını gözlüyordu perdelerin ardından
Çocuklar babasını bekliyordu pencerelerde.
Ve Sen bakıp bakıp ağlıyordun kirpiğinin ucundan.
Ağlıyor ve düşüyordun iki damla gözyaşı gibi
Bir nehir oluyordun içimde ağladıkça
Sıcacık bir bıçak gibi soğumayı bekliyordun kanımda.
22
Neyi hatırlasam infilak ediyor beynimde şimdi.
Nerene dokunsam "savaş sebebi" sayıyor birileri...
Tıpkı sen de o çok sevdiğim ülkem gibi
Sadece rüyalarıma geliyorsun geceleri
Tuz ve kezzap döküyorsun acıyan yerlerime.
Biraz yorgun, biraz geç kalmanın pişmanlığı içinde
Dağlıyorsun kanayan yaralarımı bir bir
Sarıyorsun o sıcacık yüreğini, yüreğimin üstüne.
23
Keşke diyorum bense, içimiz böylesine yandıkça Şeri
Keşke biz olsaydık Niobe'nin yerinde.
İki taş olup da karşılıklı, kalakalsaydık biz de öyle.
Düşüp de ölseydik Yedi Kız'ın türbesini gezerken
Bizi de koysalardı sandukalardan birine.
Ama olmadı işte
Birer asiydik biz, öncesi ve sonrası olmayandık.
İsa'yla ağlayandık bir çarmıhın dibinde
Taşlanan bir Muhammed'in
Kırılan dişlerinden dökülen kandık.
Biz bilemedik bunu, kimseler söylemedi bize
Oysa sevmelerin, bir bedeli varmış ölmekten öte...
Tanrılar kurban istermiş ölümlülerden
Aşk adına kan istermiş her ilkbahar geldiğinde.
Ayrılık, tanrılara diyetimizmiş bizim
Acı çekmek, sevdamızın kefaretiymiş...
Biz bilemedik bunu, kimseler söylemedi bize
Bir pervane gibi ateşe uçmakmış bizim yazgımız
Ağlayan bir serçeymiş,
aşkımızın tarifi.
23 Mayıs 2010/Bişkek