Yıllar önceydi.
Yağmurların kuruttuğu mevsimlerdi
Nehirlerin kırmızı aktığı
Çiçeklerin zehir açtığı günlerdi
Delikanlı çağlarındaydı.
Sevda oku gözlerinden girip, kalbini vurmuştu.
Dağcıların, yüce dağların dumanlarına aldandığı gibi,
O da kapılmıştı bu rüzgâra...
Hayal içip sarhoş oluyordu,
Gecelerin, akşamların yerini aldığı saatlerde.
Artık yalnızca onun öptüğü güller güzeldi.
Gülüşü ruhunu serinleten bir rüzgâr gibiydi.
Aşk hücrelerine kadar işlemişti,
Hasretin kavurucu ayazında yanmaya başlamıştı bile..
(laleler rengini dudaklarının kırmızılığından alıyordu)
Onsuz geçen her saat kızıl bir karanlıktı, batan gönül ufkunda.
Gökyüzündeki yıldızlar şahitti acılarına...
Uyusa... Rüyalarında canlanırdı buz tutmuş hayali
Ah bir görse, elini tutsa özlemi dinerdi belki de
Gülümserdi yüzüne talihi, sevdiğini söylese
Utancını yenerdi bir kere gözlerine bakabilse
Yakınken uzak olmak içini yakıyordu.
Sılada gurbeti yaşamak gibiydi bu hasretlik.
Ne zaman aşılırdı sevdiğini kendinden ayıran başı kör dumanlı dağlar.
Büyüdükçe büyüyordu sevda sancısı kalbinde,
Bütün vücudunu sarıyordu.
Yüreğinden volkanlar fışkırıyordu.
Mavi patiska düşleri de kar etmiyordu artık.
Bahardı saçlarında kanayan, güller misali
Bedeninde ağıtlaşıyordu bu yük
Hüzün yağmurlarıyla yeşeren intihar çiçekleri açıyordu.
Islak avuçlarında...
Günden güne umudu tükeniyordu.
Ona kavuşmak düşten de öte bir düş olmuştu onun için .
Bunalım ikliminde ömrü çürüyordu.
Hele ellere gittiğini de duyunca; hayatı büsbütün kararmıştı.
Onu; unutmaktan b
aşka çaresi yok gibiydi.
Her gün ateşlerde yanmanın, karşılıksız sevginin serseri mayınlarına basmak,
Yıkıcı kurşunlarına hedef olmak genç yaşta yüreğini ağartmıştı.
Böyle sevmek adım adım ölüme yürümekti.
Adım adım çürümek demekti.
Ve en sonunda unutmaya karar verdi.
Ama unutmak nasıl bir şeydi, tadı nasıldı.
Ciğerine saplanan hançerin boşluğunu, yarasını nasıl kurutacaktı.
Hem ölmek kolay unutmak zor değil miydi?
Bütün bu sorular beynini kuşatmıştı.
Yaşamadan da öğrenilmezdi ki.
Kendini şarkılara vurarak ta bu sızı geçer miydi?
Yazın donduran, kışın çıra gibi yakan türkülerde çözüm olur muydu?
Ama zaman neleri unutturmuyordu
Hayat ne acıları, ne ayrılıkları kaynatıyordu içinde...
Ömrünü yollara vurmuştu.
Gömlek değiştirir gibi, şehir değiştiriyordu.
Fakat yüreğini nereye götürürsen, sevdanı da yanında götürsün.
Aşkın kuralları her yerde geçerliydi
İnsan unuttukça eksiliyordu; ilk zamanlar bunun farkında değildi.
Sevgisiz kalbini bir şan gibi, bir madalya gibi göğsünde taşıyordu.
Sevdanın vadilerini, unutmak ırmağıyla yarıp geçiyordu.
Ayrılığın ve yalnızlığın rengi hep aynıydı.
Ateş kırmızısı...
Gönül dağına lapa lapa yağan karlar, kömür karasıydı.
Riyakar umutları Nuh tufanına gebeydi.
Eriyen sadece mum değildi yalnız; sevmeyi unutmuş,çaresiz yüreğiydi.
Güllerin adı bile yabancıydı.
Renklerinin manaları derin, kokusu güzel olsa da umurunda değildi.
Yalnızlık ruhundan bir parçaydı taş kesilmiş bedeninde...
Buralarda vuslat firar etmiş bir mahkûmdu.
Artık duvarlarda yazılı olmasa bile, gönüllerde kazılı bir ismi vardı:
AŞKI UNUTAN ADAM.......
Hüseyin Özbay