’ bende bıraktığın iz kadar büyürsün yüreğimde ’
Hasreti isa
art arda flaşlar patlıyor yüzünde
ve sen sevgiyi hâlâ hayata geçiremiyorsun
gölgesinde bir güneş oturur gözlerinin
güvertelerinde ayakların sürüklenir
her renk maviye dönüşür sende
adın ihanete yakın durur Schindler’in listesinde
aşkın uslanmaz çocuğu koydum adını
ve üç nokta yan yana
yana yakıla düş kollarıma
adın karanfillerle anılıyorsa hiç korkma
aklında kasın diye nal çivisiyle çakıyorum adresimi alnına
ben yeşil gözlerindeki aleve susayan erguvan
günün dili ağır ağır susar
akşamı bir mantarla zehirler zaman
hangi öyküde rastlasam sana başını arka sayfaya yaslıyorsun
yokluğuma da alış
dayan biraz daha dayan mı diyorsun
aşka dön yüzünü ki dağlar bizden cesur çocuklar istiyor
rahminde bir urla beslense de acı dur çocuklara
yoksa dünya baştan sona işgal altında
yalnızlıkla nikah kıyılmaz usta
göğüslerin ter içinde geçiyorsa geceden
biliyorum
benimle sevişmekten dönüyorsun
gözlerinden şelaleler akarken ateşle yıkadım kirimi
uykuların kaçırdı beni düşlerden
seni umutsuzluğa yazmıyor bu kalem
yanlışlarımı yüzüme vurma
önce ışıkla gölgeyi buluştur
gerisi bir buselik şarkıdır nihavent makamında
çözüldü ipi şeytanların
yeni piyasaya düşmüş bir akrep soktu geceyi
zehirlendi uykular
kaşlarının karşısında ölümün ateşkes ilan etmesi fazla sürmedi
böyle bir savaştan ancak korkaklar sağ çıkar
her kuşa bir ağaç düşerdi bir zamanlar
şimdi herkes omuzlamış zamanı kendini taşır durmadan
oysa taşıyamazdı bu su bizi fırat’tan geçerken
daha çok yağmur diyor
daha çok gözyaşı
hiç bitmeyecek ayaklarında o yolların telaşı
kendine kul yapmak için erken büyütüp yaşımı
kiliseden bozma bir camiye
eşek sırtında gönderdiler beni
bu yüzden ömrüm hep pencere demirlerine asılı durdu fotoğraflarda
bütün dalgaları tırnaklarımla ben söktüm kıyılardan
bir boşluğa düştüm üstüm başım şiir
daha ne kadar bekleyecek güvercinler bizi çatıda
değil mi ki ayın altında sevişmeyi öğretti dudakların
yaşam yanlış giydirilmiş bir kostümdü bana
ölüm menziline yaklaşıyor bedenim
geri sayım başladı
gök kuşağında kaldı gözüm
bak gölgeler yer değiştiriyor perdenin arkasında
ayrılık gülleri hangi mevsimde budanır demiştin
şimdi sus dilini sakla koltuğumun altında
kurşun döktürdüğün gece yaralandım gözlerinde
hamuru çamurdan yapılmış bir insan
nasıl korkmaz yağmurlardan
haydi oğlum isa
kendi masalına tutunarak çık kuyulardan
ne bir mermi soğur namluda ne de
aşk yürekte
doğum kadar ölümün de gidilmek için bir yol olduğunu
seni sevince anladım
oysa
ne bilirdi işçi kız
güzel kokmak için
daha çok terlemesi gerektiğini iş gömleğinin
bir tavas tütünüyle kokmayacaksa ellerin
dumanı eksik olsun şu akıp giden şimendiferin
yüreğinde
aşk ateşi sönmeyen kaç kişi kalmıştır aramızda,
eksilir bir yudum şarap daha
dökülür bardağından yere
yerde imgelerden sökülmüş kelimeler
yığılır üst üste
şair orada yarı ölü yarı diridir
önce seni vuracak olan namluyu öp alnından
tetiği çeken eli değil
çünkü merhamet elde değil delikli demirdedir
gece olmadan düş kurmak abdalların işi denize bakarak
ucuz romanlardan kahramanlar çıkmaz at kendini haliç’e
yaralı düşler can çekişiyor kederli bir yürekte
dilsiz bir ay doğar pencereden gözlerin ıslatır geceyi
acılar da dövüşerek kazanılır
annen sana bunları öğretmedi mi
sırları hep bodrumda bekleyen insan biraz da rutubet kokar
bu yüzdendir denizleri görünce dibe dibe daldığı
suyun yüzü bulanıktır böylesi zamanlarda
en iyisi
bir ustura gibi gecenin koynunda susmalı
kederli bir sonbahar sabahında ellerin boş kalıyorsa
son vapur çoktan demir almıştır yüreğinden
hasretin belini kim sıvazlayıp yolcu eder artık uzaklara
yalnızlığın kadar düşersin şarkılara
renkler sürgün sayılırdı yurdunda
bir bulut yığını inerdi suya
şimdi bir rüyanın peşine takılıp gitmek kimin aklına gelirdi
bırak uykularını okşasın ışık sürgünü papatya
gurbet geceyi kuşların taşlamasıdır yıldız sanıp
yüzümde sebepsiz gölgeler buruşuyor
bir yalnızlığın kıyısında durmuşum elim yüzüm körebe
yüzüm yılanla aynı mevsimde
unutuluşun adı ayrılık
ensemde şeytanın buz gibi soluğu
her ses kuşu korkutmaya yeter
bu yüzden uçurtmaları görmez gözleri
avcı da avlanır iki gözüm
çek git buralardan
b
aşka bir besteye yaz kendini
akrebin kendini sokması
korkaklık mı
onur mu
sorarım size
bu sorunun yanıtı geldiğinde
ben çoktan çıkıp gitmiş olacağım anılardan
ilk kum saati denize düştüğünden beri
zaman sütten kesilmiş bir at
kırlarda can çekişmektedir şimdi
bela bulaşıcı bir hastalıktır
intiharı bilmez ellerim bir kızın göğüslerine dokunduğundan beri
ay yuvarlanır giderdi de önümden
ben kıblemi yalnızlığa dönerdim
bir kadın güzelliğiyle değil gülüşüyle yer bulur yüreğimde
içimden gizli gizli hep seni sevdim
tanrının da rol aldığı bir oyundu hayat
yaralı güvercinin sol ayağısın düştüğü yerde kendini arayan
kül de kanar ki anka çıkar gelir bir deli ormandan
öfke pas tutmaz bir yatağan bıçağı gibi diridir
kaldı ki suç da
taşınabilir bir eylemdir
aynadaki yüze verecek hesabım yok
hep peşin ödedim diyetimi
ölüm bu yüzden hiç
korkutmuyor beni
İsa İnan
----30 kasım 2012 -----
---- ----- ---Annem söylerdi bu gün doğduğumu
------ ------ ----şimdi kim anlatacak bana ölümlü olduğumu...
Yazarın Notu:sevgide yanlış yapan
sadece şeytanı mutlu kılar...
Hasreti isa
düşün ki yaralısın düşler bulvarında bir akşam vakti
sol ayağındaki çorabın teli kaçmış tenin terli düşüyor kaldırıma
ilk vurulduğun yer orası değil aslında
üzülmezdim bu kadar
saçlarında güz sürgünü yağmurlarla çıksaydın karşıma
kurşunların derisi soyuldu
kuşatılmış bir gölgeyim şimdi
tetiktedir gözlerim
bir gölgeye gönül verdim
bu ihanet değildir sana
tek yürekle gelinmiyor bu
aşkın üstesinden
iki canlıyım seninle
çırpınır şimdi hasretin ellerini alırım koynuma
seninle yaşlanmayı göze aldım
aşk denilen bu yolculukta
insan severek de delirir
delirir usta...
İsa İnan